Üretimin Değersizleştiği Tüketimin Kutsandığı Bir Sürecin Uluslararası İtirafı: Polülist Tarım Politikası
Artık şehirli bir dünyada yaşıyoruz. Dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde oturuyor. Böyle bir dünyada köyün ve tarımın yeri sorgulanıyor, tarımsal üretim büyük büyük işletmelerin, şirketlerin tekeline giriyor, küçük ve orta büyüklükte tarım işletmeciliği hem yük olarak görülüyor ve hem de devreden çıkarılıyor. İzlenen politikalar kırsalı boşaltıyor, toprağı tohumsuz ve tarımı çiftçisiz bırakıyor, TÜKETİCİYİ ANA ARAÇ olarak görüyor. Türkiye de bundan nasibini fazlasıyla alıyor.
Şehirleşen dünyada birçok yerde olduğu gibi, Türkiye’de de tarım ve köyle-kırsalla ilgili konular gündemde yer bulamıyor. Tarım ve kırsala dair süreçlerin toplumsal yapıların oluşmasındaki rolünü ve önemini ortaya koymak daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Köyü, kırsalı, tarımı şehre, kentliye bağlayan en önemli unsur, kuşkusuz yemek ve tarımsal ürünlerdir. Dikkat ederseniz son zamanlarda yemek konusu çok konuşulmaya başlandı. Yiyecek, içecek reklamları, gelin-kaynana programları, ana-kız yemek programları her zaman önlerde yer alıyor. Tarımın sorunları konuşulmuyor ama televizyonda yemekle ilgili programlar en çok seyredilenler arasında geliyor.
Sadece iyi yemek, farklı yemek, az yemek, doğal yemek, ekolojik beslenme ve biraz da pahalı beslenme hep gündemde var. Ekolojik üretimler, çiftlikler hep gündeme konuyor. Yani, sofrayla, yemeği tüketmekle ilgili konular bir biçimde gündeme geliyor. Ama tohumdan, ekimden, yetiştiricilikten son ürüne, gıdanın üretimiyle ilgili süreçlere eşit düzeyde bir ilgi maalesef yok.
Doğal tarım ya da organik üretimi belgeleyen sertifikalara sahip taze sebze ya da meyvelerin satışı özellikle büyükşehirlerdeki (varsıl semtlerin) marketlerde artıyor. Ama özellikle Avrupa’da çoğalan, tarımdaki emek süreçlerinde etik davranıldığını ya da ticaretin adil yapıldığını, çiftçinin süreçte kazanabildiğini belgeleyen sertifikasyon biçimlerinden Türkiye’deki tüketicilerin henüz haberi yok….Bu algı yönetimi ve kampanyalarla olacağa da benzemiyor. Kısaca, son yıllarda gıdanın tüketimine dair konular hakkında bir ilgi artışı yaşanırken üretime ve üreticilere dair eşit düzeyde bir merak çoğalmasından söz etmek zor…
Dünyada da Türkiye’de de tarımda üretim faaliyetlerine nazaran tüketim pratikleri daha çok görünür oldu. Bu da tarımda üretime ilginin azalmasına yol açtı. Ürün nereden, nasıl geldi, bununla ilgilenmekten çok, ben neyi, nasıl yiyeceğim noktasına geldi. Bu da çiftçinin, tarımsal üretimin görünürlülüğünü azalttı. (Not: Tarımda ithalat politikalarının arkasında böyle bir sosyolojik bakış var.) Kırsalda, tarımda giderek artan üretim ilgisizliği, azalan gelirler kırsalda birçok ailenin geçimi için tarım dışı istihdama yönelmesine yol açtı, tarım ikinci plana atıldı. Toprak, su, emek ve hatta genetik özellikler gibi birçok doğal kaynak alınır, satılır mal haline geldi. Kırsal bölgelerde yaşanan dönüşümler, kırsalda tarımsal üretimin önceliğinin azalması, toprağın kullanımında giderek artan çeşitlilik, tüketimi ithalatla destekleme, çiftçi için üretime değil yaşama yönelik destekler, vd… İşte bu durumlar kırsal bölgelerde tarım dışı kazançların ağırlığının artması sonucunu ortaya çıkarıyor. Başka bir deyişle, tarım ve gıda sektörünün uluslararalılaşması ve turizmin büyümesi, Türkiye’nin kırsal bölgelerinde toprağın yeni kullanım şekillerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Fırsat maliyeti açısından hesaplanması gereken birer kaynak olarak görülmeye başlandı. Artık; tarım, toprağın tek olası kullanım şekli olarak düşünülmüyor. Yani, fırsat maliyeti açısından hesaplanması gereken birer kaynak olarak görülüyor. Bunun için de toprak bir üretim aracından çok, sermaye oluşumu için bir meta haline getirildi. Bunun için de üretim değersizleştiriyor, kırsal alan sadece rekreasyon alanı olarak görülüyor, çiftçi itibarsızlaştırılıyor, tüketim ana gündem haline getirilip bireylere nereden, neyi yediğiniz değil karın doyurmanın önemi vurgulanıyor ve bu yönde algı yönetiliyor.
Türkiye’nin tarım ve kırsala bakışı ne yazık ki uluslararası arenada da bir belge ile dünyaya duyuruldu. 19 Aralık 2018 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen; “Köylü hakları ve kırsal alanlarda çalışan diğer kişiler deklarasyonu”, 121 KABUL, 54 ÇEKİMSER, 8 KARŞI OY ile sonuçlandı.…Türkiye burada çekimser oy kullandı. Yani bunlar olsa da olur, olmasa da olur dedi. Oysaki bu deklarasyon; köylülerin ve kırsal bölgelerdeki diğer çalışanların haklarının garanti altına alınması için önemli bir ekonomi-politik bir belgedir, toplum sözleşmesidir. Deklarasyonda; “tüm devletleri beyannameyi duyarlı ve şeffaf bir şekilde uygulamaya, köylülerin ve kırsal toplulukların toprağa, tohumlara, suya ve diğer doğal kaynaklara erişimini garanti etmeye davet ediyoruz”…diyor İşte, Türkiye buna kayıtsız kaldı ve çekimser oy kullandı. Yani; üretim, doğal kaynaklar, çiftçinin korunması, kırsalın yaşatılması değil tüketim ön plana çıkarıldı. (Not. Siyaset kurumlarının hemen hepsi buna karşı ya kayıtsız, ya da söylem geliştiremiyor.)
Sonsöz-ÇÖZÜM; çiftçinin üretim araçları yoluyla desteklenmesi, tüketimin değil üretimin özendirilmesi, ithalatla çözüm değil ulusal kaynaklara ve önceliklere dayalı yerel üretim, çiftçi örgütlenmesinin tabana dayalı gerçekleşmesi, tarım topraklarının amaç dışı kullanımının önlenmesi, gençlere ve kadınlara yönelik özel politika araçlarının geliştirilmesi ve uygulanması….