Her yıl 17 Haziran’da iklim krizinin şiddetine dikkat çeken Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü bu yıl, Çevre Günü’ne benzer olarak “Bizim Mirasımız, Bizim Geleceğimiz #ToprakİçinBirleştik” temasına odaklandı. TEMA Vakfı, bu çerçevede iklim krizinin etkileriyle mücadelede hep birlikte hareket etmenin vazgeçilmez bir sorumluluk olduğuna dikkat çekerek bu etkileri azaltmada hepimizin görevi olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Günümüzde iklim değişikliğine karşı tedbirlerin artık bir zorunluluk olduğunu söyleyen Deniz Ataç, “Henüz 1994 yılında, TEMA Vakfı’nın “Türkiye Çöl Olmasın!” sloganı toplumda büyük yankı uyandırmıştı ve önlem alınmadığı takdirde ülkemizin çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu, ilk kez bu kadar yüksek sesle dile getirilmişti. Maalesef bugün aynı tabloyla çok daha ciddi bir şekilde yüzleşiyoruz. İnsan faaliyetlerinin neden olduğu orman ve çayır-mera arazilerinin tahribatı, erozyon, kirlilik, tuzlanma ve asitleşme gibi sorunlar sebebiyle toprak bozulumu artıyor. Yaşam kaynağımız olan doğal varlıklar tükenirken, var olanların da üretkenliği azalıyor. Küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırmamız gerekiyor ancak Dünya şimdiden 1.2°C’den fazla ısınmış durumda. Kuraklıkların, sel ve taşkınların artması, toprak üretkenliğinin ve su kaynaklarının azalması ile biyolojik çeşitlilik kaybı, insan yaşamını derinden etkiliyor.” şeklinde konuştu.
Dünya üzerindeki toprakların %40’ı tahrip olmuş durumda
İklim krizi, erozyon, çölleşme ve kuraklığın ülkemizdeki olumsuz etkilerini vurgulayan ve toprak üzerindeki yaşamın ciddi bir tehlike altında olduğunu belirten Deniz Ataç, “Çölleşme, arazi bozulumları ve kuraklık nedeniyle dünya genelindeki tüm arazi alanlarının %40’ı tahrip olmuş durumda ve bu durum dünya nüfusunun %25’ini olumsuz etkilemektedir. Sağlıklı toprak, gıdamızın %95’ini sağlarken aynı zamanda önemli bir iş ve geçim kaynağıdır. Ancak her yıl 100 milyon hektar arazi vahşi madencilik, şehirleşme ve kirlilik gibi nedenlerle tahrip ediliyor. Bu da dünyada her saniye 4 futbol sahası büyüklüğünde sağlıklı arazinin yok olması anlamına geliyor. Tahribatın %80’i yeni tarım arazileri elde etmek için yapılıyor ve bu da biyolojik çeşitliliğin yok olmasına neden oluyor. Ayrıca mevcut tarım arazilerinde ise sürdürülebilir olmayan uygulamalar nedeniyle toprak bozuluyor. Erozyon, kimyasal gübrelerin suyu kirletmesi ve pestisit kullanımı tarım arazilerinin verimliliğini azaltıyor, insan ve toprak sağlığını bozuyor.” dedi.
Kuraklık ve çölleşme, 3.2 milyon insanın yaşamını tehdit ediyor
Çölleşme ve kuraklığın, zorunlu göçün de itici güçleri arasında yer aldığının ve her yıl 3.2 milyon insanın yaşamını tehdit ettiğinin altını çizen Ataç, “Artan nüfusun gıda ihtiyacını karşılamak için tarıma daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Bugün, 750 milyondan fazla insan açlık çekerken, 2050 yılında 10 milyarlık nüfusun gıda ihtiyacını karşılayabilmek için toprağa olan ihtiyacın daha da artacağı açık bir şekilde görülüyor. Atalarımızdan miras kalan topraklar sadece bizim değil, gelecek kuşakların da hakkıdır. Bu hakkı korumak için doğanın yaralarını iyileştirmemiz gerekiyor. Sürdürülebilir arazi yönetimini sağlamak, orman ve mera alanlarını korumak, bozulan arazileri eski haline getirmek için yenileme (restorasyon) çalışmaları yapılması büyük önem taşıyor. Doğaya yapılan her yatırımın, geleceğe yapılan en değerli yatırım olduğunu bir kez daha vurguluyoruz. ” ifadelerinde bulundu.
Ülkemizde yaklaşık 410 bin hektar orman alanı kaybedildi
Türkiye’de orman, çayır-mera alanları ve tarım topraklarının büyük baskı altında olduğuna ve yasalarda yer alan bazı hükümlerin arazi tahribatını kolaylaştırdığına işaret eden Deniz Ataç, “2012-2023 yılları arasında madencilik ve enerji faaliyetleri sebebiyle yaklaşık 410 bin hektar orman alanı kaybedildi. Büyüyen kentler verimli tarım arazilerini yutarken, hala tarımsal verimliliği çok yüksek tarım arazileri ve büyük ovalarda organize sanayi bölgeleri tesis edilmek isteniyor. Türkiye, iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkeler arasında yer alıyor; bu yadsınamaz bir gerçek. Bu nedenle arazi kullanımında yapılacak değişiklikler ve sürdürülebilir yönetim hayati önem taşıyor.” dedi.
Toprak ve suya olan ihtiyaç artarken, arazi tahribatını önlemek için yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini dile getiren Ataç, “Ormanlarımız, su varlıklarımız, çayır-mera arazilerimiz ve verimli tarım topraklarımız korunmalı, madencilik faaliyetlerine feda edilmemelidir. Bunun yanında toplumu çölleşme, erozyon ve toprak koruma konularında bilinçlendirmeli ve bu konuda eğitim faaliyetlerine de katkıda bulunmalıyız. Günlük yaşamlarımızda tasarruf alışkanlıklarımızı geliştirerek doğal varlıklarımızı korumaya destek olmalıyız. Çölleşmiş veya erozyona uğramış toprakları iyileştirmek için yenileme çalışmalarını teşvik etmeliyiz. Politika yapıcılar ve karar vericilerden doğal varlıklarımızı yani yaşamı koruyan düzenlemeler yapmalarını talep etmeliyiz. Unutmayalım ki sağlıklı toprak, sağlıklı yaşam demektir!” şeklinde atılması gereken adımları sıraladı.
Ataç, “TEMA Vakfı olarak Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde toprağın ve doğanın korunması için herkesi bir araya gelmeye ve birlikte hareket etmeye davet ediyoruz. Toprak için bir olalım, geleceğimizi koruyalım!” şeklinde konuştu.